Yargı sistemi ile tıp arasında bir köprü oluşturan Adli Tıp kollarından biri olan Adli Psikiyatrinin önemli konularından birini oluşturur. Çağdaş toplumda kişilerin medeni durumlarının varlığı yanı sıra yetenekli olması gerekir. Medeni haklarını kullanması yeteneği; medeni hakları edinebilmek ve bu hakları dilediğince kullanabilmek için yasal olarak bulunması gereken niteliklerdir. Hukuk açısından bu hakları kullanabilmek yeteneğine sahip olabilmek için ;
a.Sezginlik gücüne sahip olmak
b.Ergin olmak
c.Kısıtlı olmamak
gibi üç koşulun bir arada bulunması gerekir.
Sezginlik gücü:
T.M.Y.nın 13 üncü maddesinde yer alan ifadesine göre “ makul surette hareket etmek iktidarından mahrum olmayan” yani akla uygun davranmak yeteneğini taşıyan her kişi sezginlik gücünü ( ayırt etme,seçme ) içerir. Sezginlik gücü bir başka anlatımla,eylemlerin güdülerini ve sonuçlarını algılayabilme gücü olarak tanımlanabilir. Sezginlik gücü; yaş küçüklüğü,akıl hastalığı,akıl zayıflığı,sarhoşluk ve uyuşturucu (toksik ) madde kullanımı nedenlerle ortadan kalkar.
Türk Medeni Yasası,sezginlik gücünün kazanılmasında kesin bir yaş saptamasına gitmemiş, yaş küçüklüğü ifadesini kullanmıştır. Kişilerin düşünce sistemlerinin gelişmesi; kişinin sosyo- kültürel ortamına,aile durumuna ve kişisel yeteneklerine bağlıdır. Buna göre,bir ortamdaki çocuğun sezgi gücü,bir başka ortamda yaşayan çocuğun gücünden farklılık gösterebileceği gibi,aynı çocuğun bir konu üzerinde sezgi gücü taşımasına karşılık,bir başka konu için taşımayabileceği kabul edilmelidir. Bir eylemde bulunan bir çocuğun;
a.Eylemin iyi yada kötü olduğunun ayırt edilmesi
b.Eylemin suç olduğunu anlayabilmesi
c.Eylemi yerine getirerek suç işlemesi halinde cezalandırılacağını değerlendirmesi gerekir.18 yaşını bitirme,erken rüşt ve kazai rüşt ile küçüklük durumu sonlanır ve velayet kendiliğinden ortadan kalkar.
Bazı akıl hastalıklarının iyileşmesinde ara dönemler göstermesi göz önüne alınarak her akıl hastalığında ve her akıl hastalığının her anında sezginlik gücünün kalkamayacağı günümüzde de geçerlidir. Örneğin aralıklı krizler biçiminde klinik seyir gösteren ve krizler arası dönemde tamamen normal olan psikoz manyak depresif’te suç tarihinde işlemiş olduğu bir suçun anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneğinde olduğu kabul edilir;krizler sırasında bile sezginlik gücü tamamıyla yitirilmez. Psikoz manyak depresif, şizofren yada ruhsal bozukluklar içeren epilepsi olgusunda eylem sırasında kişinin hezeyan ( delir- sabuklama ) içinde etkilenmiş olup olmadığı araştırılmalıdır. Zeka ve akıl durumunun gelişmemiş veya az gelişmiş olması,kişiyi herhangi bir eyleme daha kolayca itebileceğinden gelişmemişlik derecesine göre kişinin sürekli sezginlik gücü yoksunluğu söz konusu olacaktır.
Sarhoşluk durumunun sezginlik gücünü ortadan kaldırabilmesi için kronik alkolizm yanı sıra psikoz bulgu ve belirtilerini de taşıması gerekir. Yani alkole bağlı bir akıl hastalığı yok ise basit sarhoşluğun sürekli nitelikte olması,kişinin sezginlik gücünü ortadan kaldıran bir neden sayılmaz. Aynı sarhoşlukta olduğu gibi; toksik madde kullanıcılarının psikotik tablo içerir duruma gelmesi de sezginlik gücünü kaldıracak bir neden olarak karşımıza çıkar.
Medeni hukuk,ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümlerine bağlı değildir. Ceza sorumluluğu olmayan bir kişinin hukuksal sorumluluğu olabilir. Örneğin akıl hastaları bile yaptıkları zararı ödemek zorundadırlar. Medeni ehliyet hukuksal sorumluluk içinde yer alır. Yasa ve hukuk kurallarına göre herkes medeni haklardan yararlanır. Her kişi bu haklardan eşit olarak yararlanmaya layık ve hak sahibidir. Medeni hakları kullanma ise medeni haklardan yararlanma hakkından farklı olarak dinamik bir niteliğe sahiptir ve herkes bu hakları kullanma hakkına sahip ve layık olamaz. Örneğin evlenme gibi medeni bir hakkın kullanılması koşulu yasalarda gösterilmiştir ve ayrıca fizik gelişim ile de ilgilidir. Aklı başında (sezgin ) ve ergin ( mümeyyiz ve reşit ) olan herkes medeni haklarını kullanmaya yetkilidir. Mümeyyiz olmayanlar,küçükler ve başkasının yönetiminde bulunanlar bu hakların kullanamazlar. Medeni kanunun 10. Maddesinde aklı başında olan ergin ( mümeyyiz olan reşit ) ifadesine yer verilmiştir.
Buna göre bu hakların kullanımında yalnız aklı başında ( sezgin ) olmak yeterli olmamakta; aynı zamanda ergin olma koşulu da getirilmektedir. Kişinin ergin olması için yasalarla belirlenmiş bir yaş sınırını aşması gerekir. T.M.K. 18 yaşını bitirenleri ergin kabul eder. Bunun nedeni; çocuğu akıl ve beden gücünün bu süre içinde gelişeceği,ve az çok deneyim kazanacağıdır.18 yaş bitiminde çocuk,eylemlerinin anlam ve sonuçlarını kavrar hale gelir ve anne ve babanın velayetinden çıkar. Ergin olan bir kişi, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sarhoşluk veya bunlara benzer nedenlerle doğrudan doğruya hareket etme gücünden yoksun değilse mümeyyizdir. Akıl hastalığı ve akıl zayıflığı medeni hakları kullanmaya engeldir.
Alkole bağlı sarhoşluk sırasında kişinin bilinç ve iradesi bozulur,temyiz gücü azalır. Her alkol alan sarhoş değildir. Akut ve kronik şekilde olan alkol sarhoşluğu muayene ve kanda alkol saptanması ile belli olur; kanda alkol % 01 gramdan fazla olursa sarhoşluk başlar. Sarhoşluğun özellikle eksitasyon ve konfüzyon fazında temyiz kudreti bulunmadığından yasadışı işlere girişir,telkine açık olduklarından medeni hakların kullanılması ile ilgili birtakım girişimlerde bulunabilirler. Stupor ve koma fazlarında ise bilinç ve hareket etme gücü kaybolur.
Çevresi ve kendisi ile zaman ve mekan bakımından oryantasyonu tam,çevresi ve kendisi ile ilgili,çevresinde olup bitenlerden bilgili,günlük rayiçleri bilen,akıl yetileri yerinde,muayene ediliş nedenini bilen ve tam bir açıklamasını yapabilen yani herhangi bir akıl hastalığı,zeka geriliği,ciddi boyutlarda kişilik bozukluğu veya nöroz arazı göstermeyen kişinin “ hukuksal ehliyetine sahip olduğu” söylenir. Hukuksal ehliyet saptanmasında kişinin akli ve genellikle tıbbi durumun belirtir raporlar yanı sıra eylem tarihinden önceki ve sonraki durumunu gösterir diğer raporlar ile kişinin belirli tarihteki tutum ve davranışları ve sağlık durumunu yansıtan tanık anlatımları önem taşırlar. Ancak en sağlıklı yol,Hekimin,hakkında karar vereceği kendisinin muayene ederek rapor düzenlemesidir.
Kısıtlama:
Hayatta bulunan bir kişinin,göstermekte olduğu psikiyatrik tablo nedeni ile hukuksal sorumluluğuna sahip olmadığı taktirde kişinin hacir altına alınıp kendisine vasi tayini gerekir. Ergin olmalarına karşın korunması gereken kişinin eylem yetersizliğinin yargı yolu ile sınırlandırılması yada tamamıyla ortadan kaldırılması,kısıtlamadır ve çeşitli nedenlerle kendilerini yönetemeyen ergin kişiler ile velayet altında olmayan çocukların korunması amacına yöneliktir. Buna göre,yaş küçüklüğü ve kısıtlama vesayet gerektiren durumlardır. Ancak uygulamada yanlış olarak kısıtlama ile vesayet aynı anlamda değerlendirilmektedir. T.M.Y. nin 355 nci maddesi gereğince kişinin kısıtlama altına alınabilmesi için;
a.Ergin olması
b.İşlerini gerektiği biçimde yerine getirmede beceriksiz olması
c.Sürekli olarak bakım ve yardıma gereksinme göstermesi
d.Başkalarının güvenliğini tehdit eder olması
gerekmektedir.
Ağır akıl hastaları,ciddi zeka gerilikleri,ağır kişilik bozuklukları olan kişiler ile madde bağımlılarının hukuksal sorumlulukları bulunmadığından vasi saptanarak vesayet ( hacir ) altına alınırlar. Hacir altına alınma için bilirkişi raporuna gerek vardır ve raporda ayrıca kişinin mahkemede dinlenmesinde yarar olup olmadığı belirtilmelidir. Çünkü bu kişilerin ruhsal durumları bazen kendilerinin mahkeme önünde bazı isteklerini dile getirmelerine ve kendilerine mahkemece sorulacak sorulara uygun yanıt vermelerine uygun olabilir; bazen de mahkemece dinlenmesinde en küçük bir yarar beklenmez.
Yaşlılık güçsüzlük deneyimsizlik gibi nedenlerle ergin bir kişi hacir altına alınmayı isteyebilir. Akıl hastaları veya demans tablosu gösteren kişilerin medeni haklarını kullanmaya kalktıkları taktirde ilgili kurumlar ( tapu,noter,evlendirme daireleri ) tarafından rapor istenir. Bu işlemler sırasında akıl hastalığı saptananların durumu hacir altına alınmak üzere mahkemeye bildirilir. Suç işleyen akıl hastaları da mahkeme kararı ile hacir altına alınırlar.
Kısıtlama gerektiren nedenler incelendiğinde en başta akıl hastalığı ya da zeka geriliğinin geldiği görülecektir. Yasamıza göre ( T.M.K. 355 inci madde ) kişinin kısıtlama altına alınabilmesi için önce akıl hastalığı ve akıl zayıflığına ( zeka gerilikleri ) uğramış olması gerekmektedir. Ancak her akıl hastası yada geri zekalının kısıtlama altına alınması gerekmez. Bu nedenle yasa,böyle kişilerin işlerini görmekte beceriksiz, düşkün,sürekli yardım ve özene, bakıma gereksinim duyan ve başkalarının güvenliğini tehdit eden ergin olması koşulunu getirmiştir. Akıl hastalarının davranışları olağan dışı sayılacağından,işlerini gerektiği gibi yerine getirmesi beklenmemelidir. Ayrıca yaşamlarının hiç olmazsa bir bölümünde ve bazen de sürekli olarak başkalarının bakım ve desteği ile yaşamlarını sürdürürler. Bu nedenle akıl hastalığı tanısına ve içinde bulundukları klinik tablo adına bağlı kalmayıp bütün olgularda yukarıda değinildiği gibi işlerini gerektiği gibi yapamama ve bakım ve yardıma gereksinimi olup olmadığı şeklinde değerlendirme yapılmalıdır. Kısıtlama kararı verilmesinde akıl hastalığının süreklilik kazanmış olması gerekir. Klinik seyir bilinemeyeceğinden akıl hastalığının hemen başlarında kısıtlamaya gidilmesi gerekmez. Bir psikoz manyak depresif te kişi krizler arası dönemde tamamen normaldir ve ceza sorumluluğunu içerir. Bu durumda PMD hastasının ancak krizler sırasında geçici olarak kısıtlanması düşünülebilirse de kısıtlamadan kaçınılmalıdır. Klinik tablo süreklilik kazandığı,krizler iyice sıklaştığı zaman kısıtlama getirilmelidir. Bir başka psikoz tablosunda,şizofreni de ise saptanan klinik tablo süreklilik göstereceğinden kısıtlamaya gidilir. Normal yaşlılık konu dışındadır; Yargıtay tek başına yaşlılığın kısıtlama nedeni olmayacağı şeklinde görüş bildirmektedir ( Yargıtay 2.H.D. 26.5.1949- 8073-2985 ).
Kişinin tıbbi muayenesi sonucunda kişinin hukuksal ehliyeti tam kaybolmamakla birlikte tam bir ruhsal - zihinsel sağlık içinde bulunmadığı ve belirgin bir psikiyatrik defisiter sendrom gösterdiği saptanan hastalar için vasi tayini yerine müşavir (danışman ) atanması gerekir. Bu kişilerin hacir ( kısıtlama ) altına alınmaları için yeterli nedenler yoksa ve kişinin medeni haklarını kullanma ehliyetinden kısmen yoksun bırakılmasının kişinin yararına olacağı anlaşılmış ise kişiye,kendi düşüncesi de sorularak bir müşavir atanır. Medeni hakların kullanmaktan kısmen yoksun bırakılan kişinin, mallarının gelirinde dilediği gibi tasarruf hakkı sürmekle birlikte mallarının yönetiminde ve satışında hakkı yoktur. Demans (bunama ) tablosu bu nedenlerden biridir.
Kayyımlık T.M.Y. nin 376 ncı maddesi gereğince yaşça küçük olan kısıtlanmayı gerektirmeyen ancak yine de bir akıl hastalığının varlığını, körlük sağırlık yaşlılık gibi durumlarda veya işlerini geçici yada sürekli olarak yapma yeteneğinden yoksun oldukları saptanan kişiler için başvurulan bir kurumdur. Yukarıda sözü edilen madde gereğince; kişinin velisi ya da vasisi olup ta aralarında bir çıkar çatışmasının olduğu, kişinin hastane cezaevi gibi yerlerde uzun süre yatması durumlarında ,kısıtlamanın gerekli olmadığı durumlarda kayyım atanması düşünülür. Kendilerine kayyım atanmış kişiler T.M.Y. nin 401 inci maddesi gereğince temsil yeteneği taşırlar; evlenme,boşanma,vasiyet düzenleme,malları üzerinde anlaşma yapma gibi işlerini yerine getirme yetkisine sahiptirler. Kayyım olarak atanan kişi de belirli oranlarda hukuk işlerini temsil yeteneğindedirler ve yargıcın denetimi altında görev yaparlar.
Bir akıl hastasına, geri zekalı yada bunak bir ergin’e kısıtlama kararı verilebilmesi için T.M.Y. nin 359 uncu maddesi gereğince mahkemenin kişiyi, bilirkişiye göndererek bilirkişi raporu alması gerekir. Sözü edilen madde bilirkişiye gönderilmesi gerektiğini ifade etmekte; ancak bilirkişinin tıpta uzmanlık ile ilişkin bir koşul ileri sürmemektedir. Uygulama yukarıda sayıldığı gibi bir klinik tablo içinde bulunan kişi mahkeme tarafından tek bir yazı ile hastanelere yada sağlık ocaklarına gönderilerek,muayenesinin yapılması ve akıl hastalığı veya zeka geriliği bulunup bulunmadığı istenmektedir. Bu işlem sırasında kişinin adli dosyası ve öncesine ait raporlar varsa bile gönderilmediği gibi istem halinde gelen adli dosyası içinde kişinin geçmişinin araştırılmadığı görülecektir. Bu nedenle kısıtlama gibi önemli sonuçlara yol açabilen bir karar verilmeden kişi hakkındaki dava dosyasında yer alan anlatımlardan yararlanmalı ve kişinin dikkatli bir gözlemi yapılmalıdır. Bütün bu işlemler sonucunda düzenlenecek raporda;
a.Tanı konulan hastalığı ve süreklilik kazanmış olup olmadığı
b.Medikal olarak kısıtlama gerekip gerekmediği
c.Kişinin mahkemece dinlenmesinde yarar olup olmadığı
d.Bir akıl hastalıkları hastanesine kapatılmasının gerekip gerekmediği
belirtilmelidir.
T.M.Y. nin 359 uncu maddesinde açıklanan durumlarda hastanın mahkemece dinlenmesi genellikle bir yarar sağlamaz. Akıl hastasının belirli yada belirsiz kişilere karşı mal,can,ırz veya diğer kişilik haklarına yönelik davranışlarda bulunabileceği kuşkusu yada olasılığı varsa bu durumlarda hastanın bir akıl hastalıkları hastanesine kapatılmasının gerekli olduğuna karar verilir. Kısıtlama süresi kural olarak 4 yıldır. Ancak zeka geriliği gibi doğuştan yada bebeklik çağında geçirilmiş ateşli bir beyin hastalığı (menenjit gibi ) sonucunda oluşmuş ve kalıcı klinik tablolarda 18 yaşından sonra ileri derecedeki olguların sürekli kısıtlanması yoluna gidilebilir.
Alkolizmin de akıl hastalığı gibi süreklilik kazanmış olması ve buna bağlı kötü durumun yine T.M.Y. nin 359 uncu maddesi gereği saptanması halinde kısıtlanma nedenleri arasında yer alacaktır.
Akıl hastalığı nedeni ile kısıtlanmış kişinin ileride önceden verilmiş kısıtlama kararının kaldırılabilmesi için T.M.Y. nin 418 inci maddesi uyarınca kişinin,kısıtlanma nedeninin ortadan kalktığını gösterir yeni bir bilirkişi raporuna gerek vardır.
T.M.Y. nin 14 üncü maddesi gereğince yukarıda sayılan hukuksal ilişkilerin söz konusu olduğu durumlarda kişinin medeni haklarını kullanma yeteneğinde olmadığı ve 15 inci maddesi gereğince de işlemlerinin söz konusu olmayacağı bilinmelidir.
EVLENME:
Kadın ile erkek arasında karşılıklı bir anlaşma ile gerçekleşen bir sosyal kurum olan evlenmenin de bazı koşulları vardır.1926 yılında yürürlüğe giren T.M.Y ile evlenmenin koşulları ortaya konulmuştur. Buna göre;
a.Evlilikte tek eşlilik ( monogami ) temeldir,
b.Karı koca eşitliği söz konusudur,
c.Eşlerden her biri yasal geçerli nedenlerle mahkemeye başvurabilir ve mahkeme kararı ile boşanabilirler,
d.Evlenme doğrudan devleti ilgilendiren toplumsal bir kurumdur.
T.M.Y. nin 89 uncu maddesi; ancak sezgin olan kişilerin evlenmeye yetenekli olduklarını, bir akıl hastalığına yakalanmış olanların kesinlikle evlenemeyeceklerini hükme bağlamıştır. 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Yasasının 123 üncü maddesi de benzer düşünüş ile frengi,bel soğukluğu ve cüzzam gibi hastalıklar yanı sıra akıl hastalıklarının da evlenmeye engel olduğunu bildirmiştir. Bu iki ayrı yasanın maddelerinden de anlaşılacağı gibi,ruh sağlığı kişinin evlenme yeteneğinin temel koşullarından biridir. Yasa koyucunun titiz davranmasının nedeni; evlilik kurumunun sağlam yapısını korumak ve sorunların gelecek kuşaklara yansımasını önlemektir. Akıl hastalığının kişiliği yıkmış olması,evlilik birliğine zarar verecek düzeyde olması ve soya çeken bir türden olması gibi üç koşulun bulunması halinde akıl hastalığı evlenmeye engel sayılmaktadır. Örneğin şizofreni’de sayılan bu koşulların hepsi birlikte bulunur. Daha önce de örnek verildiği gibi, kriz dönemleri şeklinde ortaya çıkan ve krizler arası dönemde kişinin tamamen normal olduğu bir akıl hastalığı olan psikoz manyak depresif’te krizler arası dönemde isterse evlilik anlaşmasını yapabilir; yapılan evlenme başvurusu ile evlenme anlaşması geçerlidir.
Türkiye'de yasal evlenme yaşı erkekler için 17 , kadınlar için 15 yaşını bitirmedir.T.M.Y.nin 88 nci maddesi erkeğin 17 kadının da 15 yaşının tamamlamadan evlenemeyeceğini bildirmiştir. Bu hüküm ile toplumsal moral ve kültürel düzeyi kadar kişinin bedensel gelişimi ile evlenme yeteneğinin bulunup bulunmadığı göz önüne alınmıştır. Aynı yasanın 90 ncı maddesi de bu işlemler için ana baba veya vasinin onayını gerekli görmüştür.
16 yaşını bitiren erkeğe,14 yaşını bitiren kadına mahkeme tarafından evlenme izni verilebilir.14 yaşını bitiren ancak 15 yaşını bitirmemiş kadınlar ile 15 yaşını bitirmiş 17 yaşını bitirmemiş erkekler anne babalarının yada vasilerinin rızası olmadıkça evlenemezler. Ancak olağan dışı durumlarda yargıcın anne,baba veya vasinin dinlenmesi gereğine uyması söz konusu olmakla birlikte anne baba veya vasinin izinlerini alması koşulu yoktur. Örneğin evlilik dışı gebe kalma durumunda yargıcın izni ile evlenme anlaşması gerçekleştirilebilir. Bu durumlarda evlenecek küçüğün zeka düzeyi ve ruhsal durumu ile bedensel gelişimi ile düşünme yeteneğinin evlenmeden beklenen sonucu verecek niteliğe ulaşıp ulaşmadığının saptanması önemlidir. Eşlerden birinin akıl hastası yada geri zekâlı olması evlenme engelidir. Bir akıl hastası yada geri zekalının veya en azından ruhsal ve zihinsel yetersizlik gösteren kişinin iyi bir aile reisi olamayacağı gibi iş sahibi de olamayacağı düşünülürse örneğin bir kızlık bozma olayında namusun temizlenmesi amacına yönelik küçük kızın, tanımlanan tabloya uyar kişi ile evlendirilmesinin küçük kız açısından ne denli ağır bir travma olduğu görülür.
T.M.Y. nin 89 uncu maddesi,ancak mümeyyiz ( ergin ) kişilerin evlenme yeteneğinde olduklarını ve akıl hastalarının kesinlikle evlenemeyecekleri açık hükmüne rağmen toplumumuzda akıl hastaları yada zeka geriliği olan kişilerin evlendirildikleri; bunun sonucunda toplumsal bir sorun niteliğinde olan akıl sağlığı yada zeka düzeyleri yeterli olmayan çocukların doğduğu bilinen bir gerçektir. Burada bazı ailelerin akıl hastası veya geri zekâlı çocuklarının evlendikleri taktirde durumlarının düzeleceği gibi bilimsel niteliği olmayan görüşlerinin de rolü vardır. Böylesi durumlarda aileler, çocuklarının hastalığını bildikleri için çoğunlukla medeni nikah dışında evlenme yoluna başvurmaktadırlar. Akıl hastalarının evlenme ehliyeti bulunmadığı gibi; evlendikten sonra bir akıl hastalığına tutulan kişinin de boşanma ehliyeti yoktur. Bu durumda sağlam tarafın isteği ile boşanma olanağı vardır.
BOŞANMA:
Evlilik birliğinin bozulması demek olan boşanmanın nedenleri,medeni yasamızda belirlenmiştir. Buna göre yargıcın boşanmaya karar verebilmesi için,eşlerden birinin zinada bulunması;diğer eşin canına kast etmesi;diğer eşe kötü muamelede bulunması;namus, şeref ve haysiyet kavramları ile bağdaşmayan bir yaşam sürdürerek evliliği çekilmez hale getirmesi;ortak yaşamı sürdürmemek için evi terk etmesi;eşler arasında şiddetli geçimsizlik ve uyumsuzluk bulunması;iyileşmesi olanağı bulunmayan akıl hastalığına yakalanması gibi durumların ortaya konması gerekir. Görüldüğü gibi yasa; öldürücü de olsa herhangi bir hastalığı değil, yalnızca iyileşme olanağı bulunmayan bir akıl hastalığının varlığı karşısında eşlerden sağlam olanına boşanabilme hakkını vermektedir. Koşullar şöyle sıralanmıştır:
a.Akıl hastalığının üç yıldan beri sürmesi,sürekli olarak görülmesi gerekir. Dönemler biçiminde zaman zaman ortaya çıkan bir akıl hastalığında,örneğin psikoz manyak depresif’te dönemler arasında kişi tamamen normal olduğu, ceza sorumluluğu ve medeni yeteneği tam olduğuna göre; bu gibi hastalıklarda yukarıda sayılan koşullar oluşmayacak; yani sağlam eş boşanma hakkına sahip olamayacaktır. Sağlam ve sağlıkla eşin boşanma başvurusundan itibaren yasanın aradığı geriye doğru sayılacak üç yılın başlangıcı için kesin bir görüş yoktur. Hastalık başlangıcının, evlilik birliğinin kurulmasından sonra olması gerektiği; yada evlenmeden önce de olabileceği ileri sürülen görüşler arasındadır. Kanımızca; hastalık başlangıcının evlilik birliğinin kurulmasından sonra olması gerekir. Çünkü evlenmeden önce var olan akıl hastalığı T.M.Y. nin 89 uncu maddesine göre zaten evlenmeye engeldir.
a.Akıl hastalığının sağlıklı eşi ortak yaşamda gerektiğinde tehlikeye sokabilecek nitelikte çekilmez bir durum yaratmış olması gerekir.
c.Üç yıldan beri sürekli olarak devam eden akıl hastalığının tıbbın tüm olanaklarının kullanılması ile tedavisinin mümkün olmadığının bilirkişi raporu ile kesin olarak saptanması gerekir.
Bu koşulların saptanması halinde evlilik birliğinin sürmesi olanaksız hale gelir ve yargıç T.M.Y. nin 133 üncü maddesine göre boşanmaya karar verir. Burada; akıl hastalığının kanıtlanması sağlıklı eşe düşmekte;Yargıcın da karar verirken sağlıklı eşin hasta eşe karşı tutum ve sabrı ile evlilik süresi,varsa çocuk çocukların durumları ve akıl hastalığının sağlıklı eş üzerinde tehlike yaratıp yaratmadığına dikkat etmesi gerekmektedir. Görüldüğü gibi; akıl hastalığı yada zeka geriliği bulunduğu iddia edilen kişinin, diğer tarafın isteği üzerine böyle bir durum içinde bulunup bulunmadığı, bulunduğu taktirde son üç yıl içinde sürekli olup olmadığı ve saptanan akıl hastalığının şimdiki durumu ile evliliği ve ortak hayatı karşı taraf için çekilmez bir hale getirir nitelik ve ağırlıkta olduğunun saptanması önem kazanmaktadır.
Evlenme anlaşması sırasında karı ve kocadan birinin medeni yeteneğini ortadan kaldıracak derece ve nitelikte bir akıl hastalığı veya zeka geriliği tablosu içinde olup olmadığının saptanması bazen önemli bir sorun olarak karşımıza çıkabilir. Evlenme anlaşmasında sonra bu durumun varlığı ortaya konursa yani eşlerden birinin evlenmeden önce akıl hastası yada geri zekalı olduğu saptanırsa evlenme geçersiz sayılır. T.M.Y. nin 112 nci maddesinin 2 nci fıkrası; erkeğin yada kadının evlenme töreni sırasında akıl hastalığı nedeni ile kendi başına davranacak nitelikte olmadığı ( ergin olmadığı ) sonradan da saptansa bile evlenmenin çürük,temelsiz ( butlan ) sayılacağını bildirmiştir. Ancak tören sırasında kişi hasta olsa bile sonradan iyileşmiş ise evliliğin temelsiz olduğuna ilişkin ( butlan ) dava açılamaz. Burada da kişinin iyileştiğinin bilirkişi raporu ile belirlenmiş olması gerekir.
AHLAKİ KÖTÜLÜĞÜ ANLAMA VE RUHSAL YÖNDEN DİRENME KAVRAMLARI
Ceza yasalarımıza göre ırza geçme eylemlerinde 15 yaşından küçük olanlarda rıza geçerli değildir. 15 yaşını bitiren ancak 18 yaşını bitirmemiş ( ergin olmayan) kişilerin rızaları halinde indirilmiş ceza uygulanır ( T.C.K.416/3 ). 15 yaş kapsamı çok geniştir; 15 yaşını bitirmeye az bir zaman kalmış çocuk veya 3- 4 yaşında bir çocuk ta bu zaman dilimi içinde kalır. Bu nedenle yasada,aşırı yaş küçüklüğü açıklıkla gösterilmemekle birlikte “ failin fiilinden başka bir nedenden dolayı ... fiile mukavemet edemeyecek bir halde bulunan bir küçük “ olarak tanımlanmıştır.
Irzına geçilmenin yada fiili livataya maruz kalmanın ahlaki kötülüğünü idrak edecek yaşta olmayan küçükler ile kendilerinde böyle bir idrakın olgunlaşarak yerleşmesine olanak bulunmayan geri zekalı kişiler veya musap oldukları akıl hastalığı nedeni ile böyle bir idraki kaybetmiş olanların bu durumları; kişilerin böyle bir fiile ruhsal yönden karşı koyma yetenek ve olanağını de etkileyecektir. Irzına geçilmenin ahlaki kötülüğünü idrakten aciz ve olaya ruhsal yönden karşı koyma yeteneğinden yoksun kişilerin ırzına geçilmesi suçu oluştuğunda ırzına geçilen ve T.C.K. 412 nci maddesi ile saptanan 15 yaş altındaki çocuklar ile aklen malul olanların, kendilerine yönelik cinsel eylemi idrak ve yeteneğinin araştırılması gerekir.
Kişinin bir başka kişi tarafından ırzına geçilmesi yada kişinin bir başka kişi ile ister heteroseksüel ister homoseksüel olsun cinsel ilişkide bulunması isteğinde olması ve bu isteğini kendi iradesi ve kararı ile gerçekleşmesi için, o kişinin giriştiği eylemin ruhsal- biyolojik- sosyal yönlerini tüm özellik ve ayrıntıları ile bilmesi ,eyleminin ileride doğuracağı sonuçları öngörmesi ve ancak bundan sonra isteği doğrultusunda karar vermesi gerekir. Böyle bir olayda Hekimden, ırzına geçilenin ırzına geçilmenin ahlaki kötülüğünü idrak edecek derecede hislerinin gelişmiş olup olmadığının saptanması istenir. 15 yaşından küçük erkek yada kız çocuk kendi arzusu ile yada arzusu dışında ırzına geçilme veya ırzına tasaddi olayına maruz kaldığında veya seksüel ilişkide ( homo veya hetero ) bulunduğunda , eylemin ahlaki kötülüğünü idrak edecek ve olaya ruhsal yönden karşı koyabilecek derecede hislerinin gelişmiş olup olmadığının saptanması gerekir. Aynı durum,zeka geriliği veya akıl hastalığı bulunan 15 yaşın altındaki kişiler için de geçerlidir. Orta yada ileri derecede zeka geriliği gösteren veya akıl hastalığı ,ağır nöroz yada ağır kişilik bozukluğu nedeni ile istemeden seksüel eylemlere girişen veya böyle bir çağrıya karşı koyamayan yetişkin ve çocuklar için ırzına geçilmenin ahlaki kötülüğünü idrak ve olaya ruhsal yönden mukavemet etme yeteneği; Hekimlerce kolayca anlaşılabilir bir durumdur. Ancak böyle bir durumun varlığı her zaman Hekim olmayanlarca kolayca anlaşılmayabilir. Örneğin yetişkin kadın ile tanışan erkek,tanıştığı kadının bir akli maluliyete musap olduğunu ve kadında cinsel ilişki kavramının tüm komponentleri ile oluşmamış bulunduğunu anlamayabilir. Böyle bir durumda erkek, akıl hastası ( veya zeka gerisi ) bir kadınla cinsel ilişkide bulunma eylemini gerçekleştirdiğini, yani suç işlediğinin farkında olmayacaktır. Ceza saptanmasında önemli olan bu durumun açıklığa kavuşturulması, yani durumun her zaman hekim olmayanlarca anlaşılmayabileceği belirtilmelidir.
Irzına geçilmenin ahlaki kötülüğünü idrak ve olaya karşı koyabilecek derecede hislerinin gelişmiş olduğu yaş; her çocuğun ruhsal, biyolojik, aile ve sosyal çevre etkenlerinin ortak olduğu bir gelişme süreci içinde oluşur. Ancak bu durumda her çocuk için bir yaş saptanması gerekeceğinden uygulama açısından herhangi bir zeka geriliği veya psikiyatrik sendrom arazı göstermeyen çocuklarda ırzına geçilmenin ahlaki kötülüğünü idrak edip, olaya mukavemet edebilme gücünün oluştuğu ortalama asgari yaş saptanmalıdır.
Bu asgari yaş sınırı her çocuk ve her sosyal çevre için değişmekle birlikte bu yaş sınırının 12 yaş sonu olarak belirlenmesi gerekir. Ancak bugünkü Adli Tıp uygulamalarında bu yaş sınırı 7 olarak kabul edilmektedir.
Olaya mukavemete iktidar sorununa gelince; Burada kastedilen mukavemet ( dirençlilik ) fiziksel anlamda olmayıp,olaya ruhsal yönden dirençlilik anlamındadır ; olayın mağduru ile sanık arasındaki fiziksel güç farkı kesinlikle göz önüne alınmaz. Olaya maruz kalan küçüğün bağırması,kendisine yönelik eylemi annesi veya babasına söylemesi gibi. Burada direnç gösterme mağdurun olayın başından itibaren olayın niteliğini ve olası sonuçlarını anlaması bilebilmesi ve sonuçta kendisini olayın akışından alıkoyabilmesi yeteneğidir. Bir başka anlatım ile küçüğün,failin isteklerine karşı koyma yeteneğinin yokluğudur. Olayın ahlaki kötülüğünü kavrama ve olaya mukavemet edebilme kavramları arasında önemli farklar vardır. Olayın ahlaki kötülüğünü kavrama;belirli bir yaşı geçmiş normal bir çocukta genelde yerleşmesi gereken bir ahlaksal ifadedir. Çocuk, genelde ırzına geçilme olayının kötülüğünü bilir,ancak olayın niteliğini ve oluşacak olayları kavrayamaz. Herhangi bir zeka geriliği yada psikiyatrik sendrom arazı göstermeyen yani normal bir çocuk,hileli araçlarla direnci zayıflatılabilir yada tamamen kırılabilir,yani kandırılabilir. Özellikle sanığın olayın mağdurundan yaş bakımından oldukça büyük olduğu olgularda kandırılabilmenin büyük rolü vardır. Ülkemizde asgari yaş sınırı 7 yaşın çok küçük olduğu göz önüne alınırsa ; kolayca kandırılabilir durumda olan ve belirli bir yaşı ( 7 yaş ) aşmış normal bir çocuk, olayın ahlaki redaetini ( kötülüğünü ) idrak etmesine rağmen ,kandırılabilirliği ve suçun işlenişi sırasında kullanılan hileli araçların türleri ile mağdurun yaşı ve sosyo- kültürel özellikleri arasındaki ilişki göz önüne alındığında olaya ruhsal yönden mukavemete muktedir olamayacağı açıktır.